Başımıza gelen her kötülüğün, her sorunun, her felaketin sorumlusunu dışarıda aramak, başkalarını suçlamak, sorunları çözemediği gibi, içinden çıkılamaz bir hale de getirir.
Özellikle de son 20 yılda; uzun yıllarını eğitime vermiş biri olarak üzülerek görüyorum ki; eğitim sistemimiz her geçen yıl daha da kalitesiz, niteliksiz, demode ve gereksiz bilgilerle yüklü hantal bir hal alıyor. Ayrıca temel eğitim alan çocukların sayısı azalırken, okuma yazma bilen oranı da gittikçe düşüyor. Eğitim liyakatsız insanların elinde, okulların dışında, ilim ve bilimden uzak, denetimsiz ve niteliksiz, hurafe ve herhangi bir temele dayanmayan, kulaktan dolma bilgilerle, çeşitli cemaat ve vakıf yurtlarında veriliyor ne yazık ki.
İyi bir eğitim öğretim içinse, her yıl ikinci el bir yerli otomobil parası ödemek gerekiyor neredeyse!... Buna gücü yetebilen ebeveyn sayısı ise çok az.
Anlayacağınız; eğitim sistemi sahipsiz, yetim, öksüz bir çocuk gibi bu ülkede!..
Bu yüzden, acil bir eylem planıyla eğitim sistemi yeniden revize edilmelidir.
Geçen hafta bahsettiğim, özellikle genç kadın ve çocuklar üzerinden yaşadığımız bu toplumsal acıların, bireysel ve toplumsal şiddetin önüne geçmek için tek çözüm budur.
Peki ; nasıl bir eğitim modeli olmalı?
Elbette ki; temelleri ilime ve bilime dayalı bir eğitim.. Öğrencileri hayata, geleceğe, gelecekte geçerli olacak mesleklere hazırlayacak bir eğitim. Gençlerin bir birinden farklı ve birbirlerine düşman her türlü inanç gurubunun pençesine düşmeden, özgürce sorup sorgulayacağı, araştırıp öğreneceği, deneysel gözlemlerle test edip, şahit olabileceği, bireyi çağların ve medeni toplumların gereklerini karşılayabilecek, algı düzeyi yüksek bireyler olarak yetişmesini sağlayacak ÜCRETSİZ bir eğitim modeli...
M. Kemal Atatürk’ün 100 yıl önce kurduğu gibi....
Modern, çağdaş, özgür, karma bir eğitim, refah düzeyi yüksek ülkelerde olduğu gibi...
“Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşid ilimdir fendir. Bunun haricinde bir mürşid aramak, cahilliktir, gaflettir, dalalettir. “diyor Ulu Önder.
Neredeyse tam 100 yıl önce!...
Eğer bir toplum; kurucu liderinin gösterdiği ilim ve fen yolundan sapıp, kendine inanç gruplarından, çeşitli siyasi akım ve ekollerden, kendini kanaat önderi olarak ilan edenlerden MÜRŞİD ararsa, gelinen durum budur.
İnanç sistemleri insanları cahil bırakmak, özgürce düşünüp sorgulamasını engellemek ve kolayca yönetip, istedikleri şekilde yönlendirmek amacıyla, insanlar tarafından oluşturulmuştur. Asırlardır toplumlara, araştırmadan, sorgulamadan biat etmeyi, emir ve yasaklara uymayı empoze ederek, düşünmeyi ve sorgulamayı, kimin koyduğunu bilmediğimiz, “Allah’ın hikmetinden sual olunmaz! “ hükmüyle, şeytana uymak olarak nitelendirmişlerdir. Ve ne yazık ki insanlık tarihi, bu hükmün; idam edilen, işkenceyle öldürülen, yakılan acı örnekleriyle doludur. Din-i dar insanlar tarafından, aslı olmayan, ilime bilime ve şahitliğe dayanmayan bilgileri bize din adı altında tabiri caizse “yutturmaya çalışmışlardır! “
Bizlerin; yani bir önceki kuşağın, bunu yuttuğu, her söylenene inandığı bilinen bir gerçektir maalesef. Sormadan, sorgulamadan, araştırmadan, akıl yürümeden ...
Ne var ki; içinde bulunduğumuz bu süreçte dünyaya gelen Z Kuşağı, bunu yutmuyor. Yutmayacak da.. Çünkü bu kuşak, geçen haftaki yazımda da belirttiğim gibi; dünyadaki en bilge ruhların bedenlendiği, anne babalarını bu dünya okulundaki görevleri uğruna seçerek gelen, çok özel bir kuşaktır ki, bütün ruhlar da böyledir aslında.... Bizler; gelmeden önce çok çeşitli anlaşmalar yaparak geliriz bu dünyaya.. Sonra bu anlaşmaları unutur, özümüzden kopar, kendimizi dünyadaki rolümüze kaptırır, hatta pek çoğumuz, geliş amacımızı dahi sorgulamadan, geçip gideriz bu okuldan..
Dolayısıyla insanlık tarihinin bile yeniden yazıldığı bu günlerde, evrensel bilgilerin oluk oluk aktığı, Newton fiziğinin Kuantum fiziği karşısında neredeyse geçersiz kaldığı, her şeyin deşifre olduğu, hiç bir şeyin gizlenemediği bir çağda dünyaya bedenlenmeyi seçmiş bu çocuklara ebeveyn olmak hiç kolay değil.
Bizim bir türlü anlayamadığımız, davranışlarına, fikirlerine, zevklerine bir türlü aklımızın yetmediği, büyümüş de küçülmüş bu çocuklara!...
Bizler Y Kuşağı ve daha öncesi; bu çılgın, ele avuca sığmayan, itaat etmeyen, kalıba girmeyen, özgürlük aşığı, asi çocukların anne babaları olmakla, bu çocukların sahibi olmuyoruz sevgili anne babalar...Onlar bizim yaşayamadığımız, mahrum kaldığımız hayatları yaşamak ve bizim gidemediğim okullara gitmek için bize evlat olmadılar. Onlar bu amaçla bize verilmiş varisler değil, aksine, kainatın yaratıcısı Allah’ın bizlere birer emanetidir.
Bizim görevimiz; o minicik bedenlere sığmaya çalışan bu bilge ruhların, o bedenlerde kendi fıtratlarına en uygun şekilde yaşamalarına ve varlıklarını sürdürmelerine aracı olmak. Onları koruyup kollamak.
Çünkü; Onlar bize Yaradan’ın en kutsal emanetleri. Kutsal sayılan bir emanet de, hiç şüphesiz ki emin olunana verilir. Ve emanete hıyanetin bedeli de çok ağır olur. Veren; verdiği emaneti almasını da bilir, son günlerde yaşanan intihar vakalarıyla tanık olduğumuz gibi..
Evrensel bir yasa vardır.
Ders alınıncaya kadar devam eder.
Eğer biz her türlü uyarıya rağmen, hâlâ dersi almakta zorlanıyorsak, bu yolda başka gençlerin hazır olarak beklediğini bilmek gerekir.
Allah Kur’anda, onlarca ayette soru sorarak, bize de sorma bilincini gösterir.
- Düşünmez misin?
- Akletmez misin?
- Sormaz mısın?
- Bilmez misin? Diyerek, bize sorgulamayı öğretir.
Bana ve benim söylediklerime inanın demez.
“İman edin” der.
“Şahit olun” der.
Biz de; her işimize, “eşhedü” ile başlayarak “şahidim” deriz.
Bize; “ Ey iman edenler! “diye seslenir. Çünkü; iman eden, düşünmüş, sorgulamış, araştırmış, denemiş ve şahit olmuştur. O yüzden emindir. Yani demem o ki; iman etmek için inanmak değil, emin olmak gerekir. Bu da ilim ve bilimin şahitliğinden geçer ki, zaten Kur’an-ı Kerim de ilimin ve bilimin kaynağı niteliğinde yaşayan bir kaynaktır. Varlığın oluşumu ve işleyiş yasalarını anlatan, ondan daha güçlü bir kaynak yoktur kanımca.
Hal böyle olunca; inanç gruplarının eline düşmüş olmasına rağmen müslüman olmadığını açıklayan genç gibi, her gün onlarca genç, Ateizme ve Deizme yönlenenler kervanına katılmayı bir çıkış yolu olarak görmektedirler. Çünkü onlara din diye empoze edilen, ayrıştırıcı, ötekileyici, kin ve nefret dolu, sevgi ve hoş görüden uzak, hatta bazen sapıkça cinsellik içeren, akla mantığa ve insanlığa sığmayan bu bir takım uygulamaları, hurafeleri kabul etmemektedirler. Çok ilginçtir ki; bu gençlerin bir çoğu da İmam Hatip Liselerinde okumakta, ya da aile baskısıyla okumak zorunda kalmaktadır.
Bu nedenledir ki; din eğitiminin yeniden gözden geçirilmesi ve her şeyi soran, sorgulayan aslında hakikati arayan Z Kuşağının, Varoluşun ve işleyişin anahtarı olan Kur’an -I Kerim’in batini anlamıyla tanıştırılıp, buluşturulması gerekmektedir.
Ben bir anne olarak, toplumdaki çürümüşlüğün, çarpıklığın, dejenerasyonun, deformasyonun, algılanabilmesi için, gencecik bedenleriyle toprak olan o yavruların annelerinin acısını, yüreğimde hissediyor ve tüm ebeveynlere sesleniyorum. Ne olur ; çocuklarımıza sahip çıkalım, onları duymaya ve dinlemeye, onların bizim bir parçamız değil, kendi başına bir birey olduklarını görmeye ve bize verilen kutsal emanetler olduklarını anlamaya çalışalım.
Ruhunuz şad, mekanınız cennet olsun. O güzel varlığınız, o güzel ve bilge ruhlarınızın önünde sevgi saygı ve minnetle eğiliyorum sevgili yavrularım!..
...............................................................
Dip not: Günümüzde Kur’an-ı Kerim’in ilimin ve bilimin ışığın da çevrilmiş muhteşem mealleri var. Bu eserler ilim ve bilim adamlarının, tek bir harfin anlamı için haftalarca çalışması sonucu çevrilmiş mealler. İsmail Dinçer’in :” Tevhid-i Kuran Meali” gibi.
Prof. Gazi Özdemir’in: “Allah’ın Tek Dini İslam’a Son Davet Kur’an” meal çalışması gibi.
Bunları her türlü online kitap satan sitelerden bulabilir, pdf’lerine ulaşabilirsiniz.
Bunları veya bu gibi mealleri okuyan hiç bir genç, değil Ateist ve Deist olmak Allah’a ve O’nun varlıktaki tezahürüne, bize kurduğu sisteme ve bütünlüğe aşık olur sadece..