Alın bu hayatımı kolaylaştıran,
Bellek kapasitesi : 512GB
Ekran Boyutu : 6.7 inç
İşletim Sistemi : iOS
HDR ekran,12 megapiksel arka ön kamera,
Suya, Sıçramalara ve Toza Dayanıklı mobil android telefonlarınızı da, tabletlerinizi de..
Verin benim üstü dantel örtülü, yerinden kalkmayan, evimizin baş köşesindeki; 67 ekran Beko-Hitachi televizyonumu!..
Turkcel’le bağlanmayayım hayata..
Vodafone 5G ile bulmayın beni okyanusun ortasında....
Türk Telekomun alt yapısı da, fiber bağlantısı da onun olsun.
İstemiyorum 1000 mbps.....
Benim hayata bağlanmak için sizin GSM operatörlerinize, Türksat uydularınıza ihtiyacım yoktu!.
Ben zaten bağlıydım, hayatın içindeydim. Siz söküp aldınız beni hayatımdan, hem de bana sormadan!...
Mahallem vardı benim!...
Komşularım!..
Kaldırımlarına kilim serip, evcilik oynadığımız sokaklarım ve o sokakları birlikte arşınlayıp, sık sık kavga edip, döğüştüğüm arkadaşlarım vardı. Biz kavga ettiğimizde; hatta dayak yediğimizde, ne arkadaşlarımızı, ne de kafamızdan su döken komşu teyzelerimizi koşup annemize şikayet etmez, annemizin eteklerine sarılmazdık...
Annemiz de, camlarına taş attığımız teyzelere; ”Siz nasıl benim çocuğumun başından aşağı su dökersiniz, çocuğuma bağıramazsınız? Bu hakkı size kim verdi? “ Dokunamazsınız benim çocuğuma!..” demezdi. Bizim arkamızda dağ gibi durmazlardı, şimdilerde annelerin çocuklarına yaptığı gibi!.. Aksine bir de dayak yerdik, birinin bir ayıbını söyledik diye!. Biz çocukken kusurlar örtülürdü, ifşa edilmezdi. Biz sığınacak etek aramayan, kendi işini kendi görebilen, kendi sorumluluğunu alabilen çocuklardık. Kendi çantalarımızı kendimiz taşır, okula yürüyerek giderdik. Çünkü çanta elde taşınır, okula yürüyerek gidilirdi bizim zamanımızda...
“Okul yolu düz gider, okul yolu düz gider, çocuklar bayram eder, öğretmenler olmasa, emekler boşa gider..” şarkısıyla büyümüş çocuklardık.
Bunu bilir, bunu söylerdik, söylerken de yol biterdi zaten.
Eve gelince; hemen sofraya oturur alelacele yemeğimizi yer, oradan da, tek eğlencemiz olan 67 ekran Beko-Hitachi televizyonumuzun başına geçerdik... Bizim Küçük Ev, Cosby Ailesi, Komiser Colombo, Pasaklı Sally gibi dizilerimiz vardı. 80’lerden sonra Mahallenin Muhtarları, Bizimkiler, Perihan Abla, Süper Baba, Ekmek Teknesi gibi diziler girdi hayatımıza.. Tüm karekterler tanıdıkdı. İçerikleri bizdendi ... Kültürümüzden, geleneklerimizdendi.. Biz çocukken, insanlar sadece savaş sahnelerinde ya da kovboy dizilerinde öldürülür, aile dizilerinde kadına çocuğa şiddet sahneleri yer almaz, lise dizilerinde öğrenciler okula spor arabalarıyla gelmez, yatıp kalktığı partnerleri, cinsel hayatları olmazdı..
Yarışmalarımız bilgi ve genel kültürümüzü, kelime dağarcığımızı arttırır ya da bizi eğlendirirdi. Trans bireylerin veya cinsiyetini çözemediğimiz tiplerin yarışmacı veya jüri üyesi olduğu iğrenç ve karaktersiz kişiliklerin sergilendiği, yarışmadan başka her tanıma uygun programlar yoktu.
Şimdi bunları hatırladıkça burnumun direği sızlıyor..
Neden mi? Çünkü;
Biz zaten hayata bağlıydık, hem de sıkı sıkıya bağlı...
Bizim takipçilerimiz, WhatsApp ve diğer sosyal medya profil hesaplarımız yoktu.
Bir tek hesap bilirdik biz.
Akşam eve gelince önce annemize, sonra da babamıza vereceğimiz hesap, bir de ölünce Allah’ın huzurunda vereceğimiz hesap!...
Başka hesap kitap bilmezdik .
Alın şimdi elimdeki tüm hesaplarımı..
Bu yazıyı paylaştığım hesabımı da alın!..
Sizden geçmişimi ve zamanımı elbette istemiyorum.
Sizden sadece, 67 ekran Beko-Hitachi televizyonumu ve sıkı sıkıya bağlı olduğum hayatımı geri istiyorum!..
Verin benim çaldığınız o temiz hayatımı!..
Ya da bizi bu hale nasıl getirdiniz?!
Bizi “hayata bağlıyoruz” derken, hayattan, aile değerlerimizden, kültürümüzden, evlatlarımızdan, birbirimizden, hatta insanlığımızdan koparıp, nasıl olup da elimizden düşmeyen mobil cihazlara bağladınız?..
Bana bunun hesabını verin!...